_____________________________________________________________________________________________________________________________________________________

Perşembe, Ocak 21, 2016

Jan Philipp Reemtsma | Vahşeti Kavramak

ARKA KAPAK
______________________________

Şiddeti, vahşeti nasıl kavrayacağız? Nefretle karşıladığımız her olaya, şiddetin kabul edilebilir bir oranı olabilirmiş gibi “Bu kadarı da olmaz ki!” diye tepki gösteririz. Şiddet konusunu daha çok bir ahlâk sorunu olarak kabul edip onun için, inançlarımıza, ideolojimize, kültürümüze uygun, ikna olabileceğimiz bir sınır saptamaya çalışırız. Bu tarz bir düşünce, ahlâki yetkinlik ve olgunlukla şiddetin ortadan kaldırılabileceğini öngörür; “kültür ve uygarlık” kavramları ise şiddetin ve barbarlığın karşı-tezi gibidir. Tüm şiddet ve vahşet biçimlerini, kültürün ve uygarlığın yitirilmesi olarak algılamaya yatkınızdır. Peki bu yaklaşım doğru mudur?

Reemtsma Vahşeti Kavramak’ta bu türden sorulara cevap arar; uygarlık-barbarlık ayırımının sorunlu olduğunu, uygarlığın vahşetinden de söz etmek gerektiğini söyler. Sanki sorun, ister antropolojik ister kültürel olarak tanımlansın, insanın yıkıcılık içgüdüsünden kaynaklanıyordur! Oysa, Freud’dan yola çıkarak insanın yıkıcı potansiyellerinin frenlenmesi olarak düşünülen kültürün (süper egonun) maliyetinin, engellenmek istenen yıkıcılıktan daha yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Bu süper ego, bir anlamda kaçınılmaz vahşet gösterilerinin nedeni gibidir. Eklenecek başka bir boyut da barbar ve vahşi olarak tanımlayabileceğimiz bazı davranışlarımızı engellemek amacıyla geliştirmiş olduğumuz devlet, hukuk, vb. örgütlenmelerin, yeni barbarlık biçimlerinin üreticisi olmalarıdır. 20. yüzyılda yaşanan savaşlar, soykırımlar, toplama kampları, nükleer silahlar... vb. bu barbarlığın uygar biçimleridir. Yaşadığımız vahşetten ders alarak şiddetin sınırlandırılabileceğine ilişkin kurduğumuz hayaller yıkılmış; şiddet alanlarının daraltılması ve devlet aracılığıyla kontrol altına alınması düşüncesi iflas etmiş gözükmektedir.

Demek ki asıl sorun, o çok güvendiğimiz kültür ve uygarlığın, terör ve vahşetin ortadan kaldırılmasında tek başına yeterli olmamasıdır. Ama, ne yazık ki elimizde başka araçlar da yok. Her an kırılabilecek ince bir buz tabakası üzerinde hareket ediyoruz. Dolayısıyla, kültür ve uygarlık gibi birtakım normlara aşırı güvenip barbarlığa imkân vermek yerine, bu normlara sürekli kuşkuyla yaklaşmamız daha doğru olacaktır.

Türkiye’de şiddeti bir araç olarak kullanma eğilimi yaygındır. Şiddete ilişkin tavrımız, “kimin, neden, hangi amaçla şiddet uyguladığına” göre değişmektedir. Oysa, şiddetin kendisini olumlamak amacıyla kullandığımız bu bağlardan kurtulmadığımız sürece şiddet engellenemez.

Reemtsma’nın sözleriyle “amacın aracı olumladığı bir dünya, ahlâki çöküntü içindedir.”


YAZAR HAKKINDA
______________________________

Hamburg'da yaşayan Reemtsma (doğ. 1952) Germanistik ve felsefe öğrenimi gördü. 1981 yılında kurulan Arno Schmidt Vakfı'nın kurucularındandır ve kuruluşundan beri de başkanıdır. 1984 yılında Hamburg Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü'nü kurdu. 18. ve 20. yüzyıl Alman edebiyatı, uygarlık kuramı ve insan yıkıcılığının tarihi üzerine çalışmaktadır. 1992 yılından bu yana Hamburg Üniversitesi'nde profesör olarak görevlidir.

1997 yılının Mart ayında kaçırılan ve yüklü bir fidye karşılığında özgürlüğüne kavuşan Reemtsma, 33 gün süreyle karanlık bir bodrumda zincirlenmiş bir halde yaşarken edindiği izlenimleri Bodrumda adlı yapıtında anlatır.

Başlıca Yapıtları: 'Nunca Mas!' Ein Bericht über Entführung, Folter und Mord durch die Militärdiktatur in Argentinien, [1987; 'Nunca Mas!' Arjantin Askeri Diktatörlüğünde Adam Kaçırma, İşkence ve Cinayetler Üzerine Bir Rapor]; Folter. Zur Analyse eines Herrschaftsmittels, [1991; İşkence. Bir İktidar Aracının Çözümlenmesi]; u.a. Falun. Reden und Aufsätze, [1992; Falun. Konuşmalar ve Makaleler]; Mehr als ein champion. Über den Stil des Boxers Muhammad Ali, [1995; Bir Şampiyondan Daha Büyük. Boksör Muhammed Ali'nin Stili Üzerine]; Im Keller, [1997; Bodrumda].


KİTAPTAN ALINTILAR
______________________________

- Şiddet üzerine konuşmanın iki tür zorluğundan söz edilebilir. Birincisi, "kendimiz üzerine konuşma"nın zorluğudur. Her birey ve topluluk, genel kural olarak, kendisine uygulanan şiddet üzerine konuşmayı tercih eder. Kendi şiddet uygulamalarımız üzerine konuşmak gerektiği konusunda yapılan her çağrı, "ya onların bize yaptıkları!" duvarına çarpar. [s.8]

- Oysa toplumsal şiddetin azaltılması veya şiddet alanlarının sınırlandırılması yönündeki her arzu, önce kendi şiddeti üzerine konuşmayı başarmak zorundadır. [s.8]

- Hiç abartmadan iddia edebiliriz ki, eğer bugün yaygın toplumsal şiddetten şikâyet ediyorsak, bunun ana nedenlerinden birisi, kendimiz üzerine konuşmayı başaramıyor olmamızdır. [s.8]

- "Diğerlerine" uyguladığımız şiddet, kısa sürede "ötekilerin bizlere yaptıkları" hikâyesine döner ve onların yaptıklarının arkasında kaybolup gider. [s.8]

- Şiddet üzerine konuşmanın ikinci zorluğu, şiddetin yapısından kaynaklanmaktadır. Şiddet üzerine genel olarak konuşmak zordur. Çünkü, şiddetin tek bir tanımını yapmak güçtür, nerede başladığı ve nerede bittiği konuşana göre değişmektedir. Şiddet genellikle sosyal bilimsel bir tanımlamadan çok, ahlâki sınır çekmenin konusudur. Yani, şiddetin sınırları ahlâk ve ideoloji anlayışımız tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle, şiddet farklı kültürlerde farklı kodlanır ve ağırlıklı olarak bir araç şeklinde düşünülür. Bu zorluk nedeniyledir ki, sosyal bilimler şiddeti bir bütün olarak ele almak yerine, değişik görünüş biçimlerini ayrı ayrı ele almayı tercih ederler. Ailede, bireyde, okulda, televizyonda şiddet vb. Reemtsma'nın çabası, şiddeti kendisiyle birlikte düşünülen diğer öğelerden arındırmak ve onu tek bir kategori altında kavramaya çalışmak şeklinde özetlenebilir. [s.8-9]